Yağarken kalbine özlem hicranla, Yarımdır besteler güfteler hüzün. Onsuzluğa sürgün gönlü hüsranla, Yarımdır besteler güfteler hüzün. Her an hayalinde, aklımda yüzü.. Dökülüyor kirpiğine gözlerinden hüzün. Gönülde açıyor son gülü, güzün. Yalnızlığa mahkum yüreği yanar durur. Güz ayazı yemiş elleri kanar. Gönül hiç unutmaz ismini anar. Yarımdır yarım kaldı her şey, bütün yaşananlar.. Hicran ılgıt ılgıt kalbine akarken Suskuyla gülümsüyor gözleri bakarken. Hasreti sinede gizli. Gözlerini açtığı her yerde gördüğü tek kişi her zaman o, oldu. Başka birinin yerini almasını istemiyordu, alamazdı zaten.. Kalbini çaldırdığı kişiden; kimseye vermemesini istemişti sanki. Aslında hayatında sadece o, yoktu. Her kadının onun hayatında bir yeri vardı. Bunu ikisi de biliyordu; fakat ayrılamıyorlardı.
Şarkılar hüzünlendi gözlerine baka baka, hüsrana uğradı; ruhunun yoldaşı kırık notalar. Vurgun yemiş gamlı bütün kıtalar. Hiç olumlu bir şey çıkmıyordu artık bestelerden. Hep kötü şeyler düşünüyor, hissediyordu. Bunu değiştirmek istiyordu, ama beceremiyordu işte. Aylar öncesinde biten bir şeyi unutmak öyle zordu ki, seneler geçse de unutmayacaktı belki de.. Tabii en iyisinin unutmak olduğunu biliyordu ama hiçbir zaman önemli bir şeyi unutmamıştır. Hele ki onun için dünya’da en değerli olan şey; aşkken. Ama artık ne aşk’a inanıyordu, ne de Tanrıya. İkisinin de yok olduğunu sanıyordu. Sadece kötülük olmalıydı dünya’da sadece tek hakim; kötülük.
İyilikten hiçbir iz yok, acıma hiç yok.. Bunca yıl gönlünü yakıp kavuran, Dertten derde salan hüzün gidiyordu artık. Yolluyordu bütün bedeninden. Kendini toparlayacaktı artık.. Yakıp küllerini yele savuracaktı. Bir tek onda mı kalmıştı hüzün? Çoğu kişi aşk acısı çekiyordu. Ama James’in derdi farklıydı. Onu hayatının anlamı gibi görmüştü. Her şeyin merkezini onun üzerinde görmüştü. Ama her seferinde ondan uzaklaşıyordu. Ağlamayacaktı artık, kendine söz vermişti. Gönlünün kapısı sevdaya örtük. Âşık olanların sonunu görmüştü artık. Onu, ondan çalan tek duyguya veda ediyordu artık… Evet, en doğrusu bu olacaktı. Aşk’a pirim vermeyecekti. Duygularına engel olacaktı. Hiçbir zaman bir kişiyle yetinmediği gibi yine aynı gaz devam edecekti.
Elveda deryasından kurtulup kaçtı, Yeni ufuklara yelkenler açarak. *Oh be* diye rahatlamak istedi ama hala çilesi bitmemişti. Ve rahatlayacak gibi de durmuyordu. Acıdan gülmeyi unutmuştu, Eskiden oydu zorlanıp gülen. Bu aşktan sonra her şeyi alt üst olmuştu, hiç yaşanmamasını istiyordu şimdi. Onu hiç tanımamak. Öyle daha kolay olurdu, gerçi yine aşık olurdu ama hiç olmazsa çıktıktan sonra ayrılmazlardı. Ya da birbirlerine darılmazlardı. Karşısına çıkmamasını umuyordu. Bütün umudu yıkılsa da ayakta durmaya çalışıyordu. Kör ediyordu gönlü onu. Onsuz hayat anlamsız oluyordu, hiçbir şey duymak, görmek istemiyordu.
Ama şarkılara küsemiyordu, çoğu onu anlatıyordu. Hayatını, kötü kaderini.. Acı bir çığlık atmak istedi bütün bunlar aklına gelince. Kapısının çalınmasını istemiyordu. Gönlünde kırgın yatan bir aşk, hastalanmıştı artık. Ölümcül bir hastalığa kapılmıştı.. Bir tutam mutluluktu kuytuda sakladığı, El sürmeye kıymayıp sadece kokladığı. Ama artık koklamaktan daha fazlasını yapmak istiyordu; içine çekmek, onun hep yanında olmasını sağlamak. Ama karşıdan bakınca bu gerçekten çok zor görünüyordu. Hayaldeydi mutluluk sadece bir kaç kare, Acımadan sökülüp o da atıldı yere. Şimdi neyi koklayacaktı? Nasıl onun yokluğunu unutacaktı? Belirsiz… Gözleri boşluğa kaydı, bütün umutlarını kaybetmiş bir kedi gibiydi. Kedilerin o hallerini çok iyi bilirdi. Aslında bütün kedilerin sonu gibi mi olacaktı onunki si de? Bunu merak ediyordu.
Güneş, her zaman ki yerini almış, kavurucu sıcağını etrafa saçmaya başlamıştı. Işınlarını tüm gücüyle itekliyordu onların yaşadığı yere. Hayatın, yaşamın olduğu yere.. Kimsenin dışarıya çıkmak gibi bir düşüncesi yoktu. Bütün büyücü alemi ile birlikte muggle’lar da sıcaktan etkileniyordu. Kulağına gelen kuş sesleri bir ninni gibi geliyor, uykusunu getiriyordu. Onca işin arasında uyumak için bir fırsat bulabilmişti. Sihir bakanı olarak görevlerini birkaç saatliğine aksatabilirdi. Bunun için kimseye hesap verecek değil di, ya? İnsanların sesleri kulağını tırmalamaya devam ederken uyuyamayacağını anlamıştı. Hiç birine tahammül edemezken başa geçmenin pek akıllıca olacağını sanmıyordu; ama geçmişti işte. Sihir bakanıydı, bir çok kişinin hayalini süsleyen bir meslek..
Yatağa deli gibi uzanmış büyük, gelişmiş bir beden. Yatığına yüzüstü kapanmış uyumaya çalışıyor. Hayattan bezmiş, kımıldayamayacak hâlde; fakat büyücü dünyasıyla ilgilenmek zorunda. İlgilenmese bile hiç bi’ şey olmaz. Zaten hepsi kendi hâlinde yaşayıp gidiyor. Kafasını kaldırıp ellerini yastığın altından çekerek yatakta doğrultu. Oturarak gece yatarken üstüne örttüğü battaniyeyi tekrar üzerine çekti. Kendini bildim bileli hep böyle dağınık yatardı. Arada üzerindeki şeyleri tekmelediği oluyor. Üzerinde bir şey yoktu, saçını başını düzelttikten sonra dolabına doğru yöneldi. Üzerine aldığı cüppenin altına ince bir kazak giyerek altında ki shortu çıkarttı. Altına dolaptan bir pantolon seçerek onu giydi. Bakışlarını dışarıya çevirdiğinde gözlerinin güneş ışınlarıyla birleştiğini fark etti. Kasvetli havaya bakmak istemiyordu, uykusunun gelip tekrar yatağa geri döneceğini düşünmeye başlamıştı bile.
Yatağında ki kıvrımlarda parmaklarını gezdirmeye başladığında kafasının bulunduğu yerden, odasından uçup başka bir yere gittiğini anlamıştı rahatça. Gözleri boşluğa kayıyor, damağında kuruyan tükürük bezleri her geçen saniye biraz daha çekiliyor, boğasından inen o acımsı sıvının hissettirdiklerini tekrar yaşattırıyordu. Gözlerinde ki uykuya inanmayarak bakışlarını kaç saattir aynı yerde tuttuğunu fark etti. Kesik kesik kendisine gelerek yatağında doğruldu. Yatağının karşısında ki aynaya bakıp ayaklarını yatağından sarkıttı. Açık pencereden içeriye giren sıcak hava, bedenini ele geçirmişti. Odanın içinde duyulan telefon sesine birkaç saniye kulak vererek gidip açtı. O ses.. Norah’a aitti. Bir şeyler söylemişti. Gizlice söylediklerinden anlamıştı her şeyi sanki. Bakışlarını kapanan telefona çevirerek derin bir nefes aldı. Üzeri her zaman ki gibiydi. Bunu kontrol etmeye gerek yoktu. Cüppesinin cebinde duran asayı sağ avucunun içerisinde kavrayarak gözlerini kapattı ve düşünmeye başladı.. Yumuşak zemin, ayağının altından kayarak birkaç saniye içinde yerini sert bir zemine vermişti. Üzerinde hissettiği sıcak havanın baskısı hâlâ üzerindeydi. Bakışlarını etrafına yönelterek kimin olup olmadığını kolaçan etti.
Birkaç saniyelik bakışmanın ardından dükkâna girerek cüppesini çekiştirmeye başladı. Birkaç kişinin irkilmesi, birkaç kişinin de ona selam vermesine yol açmıştı. Nazik olmaya çalışmadan selamlarını geri iletmişti. Balkona doğru hızla ilerliyordu. Adımlarını iyice sıklaştırarak balkona ulaştı. Geniş, ferah bir balkon. Doğruca Knuctorn Yolu'na bakıyor. Balkonda duran biri var; Norah! İşte beklediği kadın. Derin bir nefes alarak yanına ilişti sessizce. Onun yanındayken içini saran ateş, o yokken hayalinde canlanıyor. Gözlerinde ki parıltı onun sevgisinin ve yalnızlığının eseriydi. Gözlerinin önünde beliren aşkını tazeleyen bir çiçek; Norah. Hayatının anlamı, onun için çok şey ifade ediyordu, kelimelerle anlatamayacağı kadar çok şey hissediyordu ona karşı. Hayatının ilklerini onunla yaşadığı içindir belki bu hayranlık. Belki de kalbini ‘gerçekten’ çaldırdığı içindir. Hiç geri almak istemiyordu bu yüzden kalbini.. Rüzgara karşı bedenini dik bir şekilde tutmak hayal edilemeyecek kadar zordu. İnce dudaklarının arasından kayıp giden sözcükleri toparlamak istemiyor, daha da iteklemek istiyordu; ama şimdi sadece ona sertçe sarılmakla yetindi. Öyle mi olacaktı? Hayır, yine kendini tutamadan konuşmaya başladı;
‘’-Nasılsın, bebeğim?’’