Adı & Soyadı ~Anja Siri Rasmussen
Fiziksel Özellikleri ~Bir İskandinav kadar beyaz olmasına karşın, ölü gibi soluk tenine kontrast olan, beline kadar uzun, kırmızı, gür saçları vardır. Kocaman yeşil gözlerindeki bakış duyguları yokmuşcasına soğuk ve ifadesizdir.Aynı şekilde sert ve ifadesiz yüz hatları onu yaşından büyük gösterir. Düşündüklerini ya da hissettiklerini yüz halinden çıkarmanız imkansızdır. Kendine özgü grotesk tarzı başdöndürücüdür.
Kılık-kıyafeti de gotik dönemden kalma paganları andırır. Sesi donuk fakat vurguları melodiktir. İngilizcesi gayet düzgün olmasına karşın İskandinav şivesiyle konuşur.
Kişisel Özellikleri [En az 3 satır] ~Soğuk ve hırslı biridir Anja. Arkadaşlık, sevgi, dostluk ve aşk gibi kavramların varlığına inanmaz. Annesi de dahil herkesten nefret eder. Kendisini az da olsun yakın hissettiği tek kişi babasıdır, ki onu bile sevmediğinden emindir. Oldukça münzevidir, kalabalıktan nefret eder. Kolaylıkla, narsist olduğu söylenebilir. Öngörülebileceği gibi içine kapalı ve bencildir. Yaptığı her şeyin arkasında mutlaka kendi çıkarı vardır. Evrenin merkezine kendisini koyar.
Hayvanlara, özellikle yılanlara, kedilere ve yarasalara büyük ilgisi vardır. Kitaplardan, müzikten ve sürreal çizimlerden hoşlanır.
Korkutucu bir zekası vardır ve onu herhangi iyi bir şey için asla kullanmaz. Bu yüzden gereğinden fazla tehlikelidir.
Güzel olduğunu bilir ve bununla fazlasıyla gurur duyar. Gerek fiziğini, gerekse sesini medusa-vari kullanmaktan çekinmez. İnsanları, özellikle erkekleri, parmağında oynatmayı sever.
Yarı iskandinav olmakla nedeni bilinmez bir gurur duyar. Norveç'te yetiştiğini belli edecek bir şiveyle konuşur, İskandinav kökenlerine oldukça bağlıdır.
Ailesi / Geçmişi [İsteğe Bağlı] ~İsveçli bir baba ve Fransız bir annenin ikinci çocuğudur. Babası, o 7 yaşındayken öldürülmüştür. Yaşı ilerledikçe babasının ölümünü sorgulamaya başlamış, fakat annesinden konu ile ilgili hiç bir bilgi alamamıştır. O ana kadar adını yalnızca bir kaç kere duyduğu, yaşayıp yaşamadığından bile emin olmayan "abisi" Patribor ile irtibata geçmiş ve babasının aslında annesi tarafından öldürüldüğünü öğrenmiştir. Nedeni ise, babasının Karanlık Taraf'a hizmet ediyor olmasıdır, abisi gibi... Karanlık Taraf'a karşı ilgi duymaya başlamıştır. Hogwarts'da okumak istediğini bahane edip İngiltere'ye, abisinin yanına taşınmıştır.
Kendisinden 3 yaş küçük kardeşi Amaroth'dan da nefret eder, fakat tek istediği ona, babasının nasıl öldüğünü anlatabilmektir.
Örnek Rp [Yazılmadığı Taktirde Başvurunuz Değerlendirilmeyecektir.] ~Şiddetli gökgürültüsünün ardından yağmur daha da hızlanmıştı. Sırılsıklam bedeni tir tir titrerken, olabildiğine yavaş adımlarla kıyı şeridini takip ediyor, bir yandan denizi izliyordu. Siyah, ince cüppesi ve uzun saçları ıslanıp bedenine yapışmış, çıkarmaya fırsat bulamadığı makyajı akmıştı. Yanından koşarak geçen insanlara takıldı gözleri. "Ahmaklar!" diye geçirdi içinden,"Bir yarasa kadar körler! Neyi kaçırdıklarını bir bilseler...". Aheste adımlarla ara sokaklardan birine daldı. Fazlasıyla dikkat çekiyor olmalıydı ama, şu anda düşüneceği en son şeydi bu. Uzun zaman olmuştu yağmur altında bu denli yürümeyeli. Gecenin ayazı bedenine çarptıkça deliler gibi titriyordu lakin, her seferinde daha da büyük zevk aldığı dudaklarındaki tebessümden belli oluyordu. Çevresini şöyle bir kolaçan etti, kimsenin onu gözlemediğinden emin olmalıydı, sonra dar, çıkmaz bir sokağa daldı. Yağmur burada aniden kesilivermişti. Kafasını yukarı kaldırdığında yağmur damlalarının, sanki bir çatı varmışcasına, yere 3 metre kala kesildiğini farketti.
"Her er du!"* diye bağırdı karanlığa. O kadar karanlıktı ki, sokağın sonunu kestirmesi imkansızdı. Fakat, ilerilerde bir yerlerde abisinin olduğundan emindi. Yoksa kim, buraya yağmuru kesmek için büyü yapardı ki? Issız ve karanlık sokakta yürümeye devam etti. Ayak sesleri yağmur damlalarının tınısına karışıyordu. Attığı her adım, gereğinden biraz daha fazla ürpertici olmaya başlamıştı ki yan tarafta abisinin sarışın silüetini kestirdi. Sinirli bir sesle; "Hvorfor har du ikke svart meg,Pat?!"** diye tısladı. Patribor, onu aldırmayan bakışlarla tepeden aşağı süzdükten sonra; "Mottakelse!Du gikk i regnet, ikke sannferdig? Godt, jeg har ikke svart fordi her vi snakker Engelsk.(***)Lütfen, başka dillerde kelime oyunu yapacak havamda değilim, LIV!" Son cümleyi söylerken sabrının taşmak üzere olduğu her halinden anlaşılıyordu.
"Antik İskandinav dilleriyle alıp veremediğin nedir, ABİCİĞİM!" Soruyu oldukça alaycı bir ses tonuyla yöneltmişti. Bunun abisini daha da sinir edeceğini umuyordu. Patribor, ayağını yere hızla çarptıktan sonra hızlı adımlarla sokağın sonuna doğru yürümeye başladı. Liv, onu takip edebilmek için koşmak zorundaydı şimdi. Fakat, abisini sinir etmenin ona verdiği zevk ile dudakları hafifçe bükülmüş, Anja Siri Rasmussen'e çok daha şeytani ama bir bakıma daha da grotesk bir hava katmıştı bu.
"Tutun şuna!" diye bağırdı Patribor, sabrının taşmak üzere olduğunu anlamak çok da zor değildi. Bu tavrı Ophelia'nın oldukça hoşuna gitmişti, insanları irite etmeye oldum olası bayılırdı." N'oldu abiciğim? Verdiğin karardan caymak üzeresin gibi bir halin var?" Patribor, yumruklarını sıkmış öylece yere bakıyordu. Sinirden sertleşen yüz hatları ve ıslak sarı saçlarıyla orada durmuşken Liv'e hiç olmadığı kadar babasını hatırlarmıştı. Gerçi, babasının yüzünü fotoğraflardan gördüğü kadarıyla hatırlıyordu... "Bak! Sana yardım etmemin, seni buraya getirmemin, tek sebebi... Tek sebebi,lanet olası ,senin KARANLIK TARAFI SEÇMİŞ OLMAN! Kardeşim olmanla hiç bir alakası yok! Bana karşı herhangi iyi bir duygu beslemediğini biliyorum, ki ben de sana karşı beslemiyorum, en azından, birlikte olmak zorunda olduğumuz şu süre içinde SENDEN NEFRET ETMEMEMİ SAĞLA Kİ GÖTÜRÜP SENİ ANNEME TESLİM ETMEYEYİM!" Kesik kesik soluyor, delici bakışlarla Ophelia'yı süzüyordu şimdi. Anja aynı soğuk, alaycı ses tonuyla; "Ah!... Gerçekten çok korktum sevgili abiciğim!.. ". Kısa ama gür bir kahkaha fırlattıktan sonra; "Beni annemin eline teslim edebilecek olsan yanına almaya tenezzül etmezdin! Hem sonra, sevgili babamız hakkında ne düşünürdü? " Uzun bir sessizliğin sonrasında sinirli bir ses tonuyla karşılık verdi Pat; "Tutun şu kitaba artık!" sinirlerinin iyice gerilmiş olduğu belliydi. Ophelia da abisinin üstüne gitmekten sıkılmış olacak,boyun eğerek yerde duran eski püskü kitaba tutundu. Taş zemin ayaklarının altından bir süreliğine kaydı ve daha sonra, ayakları yumuşacık bir rönesans dönemi halısının üzerine bastı. Şimdi, yüksek tavanlı bir malikanenin salonundaydılar. Tüm eşyalar, insanı zamandan ve mekandan soyutlayıp rönesans dönemine geri götürüyordu. Duvarlarda, Liv'in ataları olduğunu tahmin ettiği pek çok insanın resmi vardı. Liv, ister istemez kendini oraya ait hissetmişti. Gergin vücudu şöminenin sıcağıyla az da olsun rahatlamıştı şimdi. Abisi, üzerini değişmesini söyleyerek odadan çıktığında gözleri babasının duvardaki fotoğrafıyla buluştu...
* Buradasın!
** Neden bana cevap vermedin,Pat?
*** Hoşgeldin! Yağmurun altında yürüdün, değil mi? Sana cevap vermedim, çünkü burada İngilizce konuşuruz!