Mutfak ve salonu birbirinden ayıran tezgâhlarının üzerindeki fincana kaynamış su boşaltırken, özlediği arkadaşlarını görmek için sabırsızlanıyordu. Kahverengi mutfak dolaplarının, koltuklarıyla oluşturduğu renk uyumundan her zaman şikâyetçi olmuştu. Eğer duvarları bu ahengi bozmaya çekinmeden krem rengi boyanmış olmasaydı, onlar için aklında her zaman bulundurduğu birkaç renk vardı. Beyaz, porselen kahve fincanına henüz koymuş olduğu suyun üzerine bir çay kaşığı kahve ekledi. Babası her zaman şekersiz ve sade olanlarından hoşlanırdı. Ama bugün, Margaux’un buna uyacağı pek de söylenemezdi. O anda hiç beklemediği bir şey oldu. Büyücülükle ilgili bir kitaba gömülmüş olan babası, kızına dönerek “O kadın, sadece arkadaşımdı.” Dedi. Böyle bir şeyi beklemeyen kız, gözlerini kahve fincanından ayırmadan karşılık verdi. “Kim olduğunun umurumda olduğunu sanmıyorum baba.” “Yanlış anlamanı istemem Margaux.” “Merak etme.” Vişne aromasının bulunduğu kabı dolaptan indirirken, oldukça şaşırmıştı. Babası ona ne zaman bir açıklama yapma gereğini görmüştü ki? Bu da neyin nesiydi. Aromadan bir kaşık aldı ve kahvenin içine boşalttı. Karıştırdıktan sonra, babasına verdi. “Ben gidiyorum.” “İyi eğlenceler.” Şaşkın bakışları babasından kurtulur kurtulmaz, kapıya yöneldi. Aklını gerçekten karıştırıyordu bu adam. Ne yapmaya çalışıyordu ki? Yıllar sonra, bu kızıyla ilgilenme çabaları da nereden çıkıyordu? Siyah eteğinin kenarları havaya kalkarken kapıyı arkasından sertçe kapattı ve demir kapılarına doğru ilerledi.
Buluşacakları yere geldiğinde yandan ördüğü saçları, güneşten yanma derecesine gelmişti. İçeriye girer girmez, rahatlamanın verdiği hisle derin bir nefes aldı. Burnuna karışan güzel kokular eşliğinde, gözleri çevrede süzüldü ve Eulalie’nin gelmiş olduğunun farkına vardı. Kızın bulunduğu yuvarlak masaya doğru ilerlerken, o da Margaux’u fark etmişti. “Hey, nasılsın?” Yaşanan kucaklaşmanın ardından, yanında ki boş yere oturdu Margaux. “Dinlemek için sabırsızlanıyorum.” Öğrenmesi için, diğerlerinin de gelmesini bekleyecekleri aşikârdı.