|
|
| Büyücü Dükkânları ~ | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Craig Justin Archman Muggle
Mesaj Sayısı : 233 Asa : 18 inc Unicorn Kanı Evcil Hayvanı : Corb ~ Rp Sevgilisi : Yok ~ olması mı Lâzım ? Kayıt tarihi : 11/01/09
| Konu: Büyücü Dükkânları ~ Perş. Ocak 15, 2009 2:28 pm | |
| Ad: Soyad: Yaş: İstediği Dükkân: Örnek Rp:
Not ~ HP'de var olan dükkânların yanında kendinize özel dükkânlarda açabilirsiniz. | |
| | | Aléida Emilie Widmore Kemik Torbası Barmeni
Mesaj Sayısı : 2 Evcil Hayvanı : Hayvan Mezarlığında(-lar) Rp Sevgilisi : Yok.. Kayıt tarihi : 15/01/09
| Konu: Geri: Büyücü Dükkânları ~ Perş. Ocak 15, 2009 2:39 pm | |
| Ad: Aléida Emilie Soyad: Widmore Yaş: 19 İstediği Dükkân: Mümkünse Knockturn Yolu'na Kemik Torbası isimli bir dükkanın açılmasını istiyorum. Ve yine mümkünse dükkan sahibi değil barmeni olmak istiyorum. Örnek Rp:
- Spoiler:
Defalarca silinmesine rağmen üzeri lekelerle dolu küçük cep aynasıyla yüzünü incelemeye başladı. Sol gözünün altında -üzerine buz koymasına rağmen- koyu bir morluk oluşmuştu. Dudağının kenarında, alt dudağını hafifçe şişiren bir yara vardı ve sol kaşının üzerinde; Aléida'nın hastaneye gitmemek için dikişlik değil dediği derin sayılmayacak, küçük bir yarık vardı. Gözünün altında, bu sabah yediği dayakla ilgisi olmayan mor halklar oluşmuştu. Bunlar muhtemelen birkaç ay önce bıraktığı uyuşturucunun onun fiziğinde krizler dışında bıraktığı geçici dövmelerdi. Elini sağ gözündeki halkalardan, diğer gözündeki morluğa götürüp hafifçe bastırdı. Sinirlerini gıdıklayan acıyla elini hızla çekip cep aynasını ait olduğu yere; çantasının ön gözüne gönderdi. Gözü kucağındaki siyah çantadan sargılı koluna kaydı, yüzünün halini gözünün önüne getirdi. Karşısında biri varmış ve onunla dalga geçiyormuş gibi camdan dışarı bakarak gülümsedi.. Sabah üvey babasından asasını istediğinde -ki bu evden gideceği anlamına gelirdi-, yiyeceği dayağın öncekilerden daha beter olacağını düşünmüştü. Oysa bütün hasarı yüzündeki üç-beş çürük, kolundaki incinme ve karına yediği birkaç tekmeden ibaretti. Kim bilir, belki de bedeni fazla içkiden iflas eden annesi gibi o da formdan düşüyordu.. Hoş(!) Red Lake’da onlar gibilere bir şey olmazdı.. Onlar yaşardı, annesi gibilerin cesetleri de bir içki parasına ya manyağın birinin eline verilir yada bataklığa atılırdı.. Onu Widmore’ların arasına sürükleyenlerden biri bedeninin bu şekilde insanların arasında dolaşması ihtimaliydi. Diğeri de ayyaş Joe’nun karısının başını duvara vura vura öldürmesine şahit olmasıydı.. Kesin olarak bildiği bir şey daha vardı; günde içtikleri bir kadeh şarabı, muhtemelen kan dolaşımı adına götüren bu aileye lüks yaşam için değil , hayatta kalabilmek için gidiyordu.
Beyninin yavaş yavaş düşünemez hala geldiğini hissetti. Bu bedeninin mal için isyan edeceği anlamına geliyordu. Sihirli bir ayna gibi sadece geçmişini görmek için baktığı tren camına bu sefer gideceği yere ne zaman varacağını anlamak için bakmaya başladı. Onu cam kenarına sıkıştırmış tombul teyzeler bedenine istediğini ertelemek için içtiği ikinci zehri sunmasına izin vermiyordu. Havasız ve cehennem gibi sıcak ortamdan daralmış bedeni, nefes almasını zorlaştırıyordu. Harekete, koşmaya, ayakta durmaya alışmış kimyası ayağa fırlayıp koşmak istiyordu ama git gide uyuşan vücudu her an bayılmaya hazır vaziyette bekliyordu. Ne düşündüğünü, ne yapması gerektiğini bilmiyordu ama bedeninin istediği şeyi biliyordu… Annesinin rahmine güvenle kıvrılmış çocuk gibi kadife tren koltuğuna, dizlerini karnına çekip oturdu. Kont pantolonunun cebinden çıkardığı kağıt peçeteyle boynundaki ve alnındaki terleri sildi. Ona yardım etmek için seslenen bir vagon dolusu kadının sesi artık çok uzaktan geliyordu. Sadece kucağındaki çantadan karnına değen soğuk içki şişesini hissediyordu.
Koluna elini koyup onu hafifçe dürten kadın sayesinde kendin geldi. “ İyi misiniz? Tren Londra’ya vardı. Sizi alacak bir yakınınız var mı?” Üste üste sorulan iki sorunun arasındaki varış sözcüğüyle sendeleyerek toparlandı. Koltukların üstünde duran raftan valizini çıkardı. Ağrıyan kolları ve sırındaki kaslardan başlayan ürperti onu rahatsız etmeye başlamıştı. Yeterince acınası gözüken görüntüsünün hadsafhaya ulaşıp kendisini ailenin acınan, gayri meşhur kızı yapmaya hiç niyeti yoktu. Onu muhtemelen tren garında bekleyen Widmore’nin temiz gençleriyle buluşmadan önce çantasındaki konyağı içmeliydi.
Her çeşit insan modelinin bir arada bulunabileceği kalabalığın arasına yeni bir çeşit, yeni bir yüz olarak kendisini attı. Kalabalığın arasından sıyrılıp, tuvalet gibi bir köşe ararken titreyen elini ve konturol edemediği kriz başlangıcını daha fazla durduramayacağını anladı. Çantasındaki konyak şişesini çıkarmak için sel gibi dışarıya akan insan kalabalığının ortasında durdu. Ayaklarının dibindeki bavulun birkaç metre öteye gitmesine aldırmadan sırt çantsındaki ıvır zıvırların arasından içki şişesini çıkarmaya uğraşına devam etti. Bir kaç toka ve küçük bir fotoğraf albümü söylenen kalabalığın ayakları arasında yitip gitti. Yitirdiklerine olan üzüntüsü eline değen soğuk camla yok oldu. Onu sıkıca kavrayıp çantasından çıkardı. Sadece sağ eline mahsus olan titreme nedeniyle ağır şişeyi diğer eliyle kaldırmak zorunda kaldı. İçine akan yakıcı sıvının tadıyla kasılan kaslarının gevşediğini hissetti. Boşalan cam şişeyi yere atıp, tuzla buz olan şişenin özgür bıraktığı konyakla tren garına saçtıkları zafer resmine birkaç saniye baktı. Kasılan kaslarının gevşerken vücudunda yaptığı ürperme ve konturol edemediği kas kasılmaları içinde en yakın duvara ağırlığını bıraktı. Duvara sürterek beton zemenine oturup bağdaş kurdu. Beynini uyuşturan hoşlukla beraber azalan titremenin verdiği huzurla gözlerini kapatıp başını duvara dayadı. Ona bakıp fısıldaşan insanlar ve onların düşündükleri umrunda değildi.. Şimdi sadece önceki krizine oranla daha da şiddetli olan son krizini atlatmaya çalışıyordu.
İstasyonun nefes kesici sıcağına rağmen titremesi kesilmiş sağ eli buz kesmişti. Birkaç dakika öncesine oranla sakinleşmiş bedeni yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı. Beyninin önündeki sis perdesi adeta yok olmuş, yaptığı saçmalıkların farkına varmaya başlamıştı. Bavulu, fotoğraf albümü ve yok yere yere saçılmış bir şişe konyak.. Buğulanmış gözlerini aralayıp sargılı koluyla nemini sildi. Sendeleyerek ayağa kalktı, aniden oturduğu yerden kalkmanın yol açtığı baş dönmesini umursamadan ayaklarının dibindeki sırt çantasını alıp, kalabalığın diğer duvar kenarına yolladığı bavulunun yanına gitti. İstasyona adım attığı andan beri umursamadığı diğer insanlara doğru başını çevirdi. Biraz önceki olayın şahitleri çoktan çıkışa varmıştı. Yeni gelenlerse yerdeki cam kırıklarının failine lanet okumakla meşkullerdi. Kalabalıtan yükselen küfürleri birer iltifat gibi görüp kendisine gülümedi. Yolun uyuşturduğu bacaklarını açmak için bir ileri bir geri haraket ederken duvar kenarına dizilip trenden inecek yakınlarını bekleyen insanları incelemeye başladı. Kalabalık bir resim yollayan ailenin üyeleri tek tek gözünün önüne gelmiyordu ama ilerde kriz geçirirken de gözüne çarpan, sürekli ona bakan bir erkek ve bir kadın vardı. Birkaç saniye bakıştıkları bu çiftin el sallamasıyla bundan sonra göreceği tiplerin bunlar olduğunu anladı.Yanlarıan doğru bavulunu çekiştirerek ilerlerken içinden tanışma safasında biraz önceki olay için nasihat sözü geçmemesi için dua etmeye başladı. Belki de daha önce yanlarına gelmemelerinin nedeni böyle bir kuzen beklemiyor olmalarıydı..
| |
| | | Craig Justin Archman Muggle
Mesaj Sayısı : 233 Asa : 18 inc Unicorn Kanı Evcil Hayvanı : Corb ~ Rp Sevgilisi : Yok ~ olması mı Lâzım ? Kayıt tarihi : 11/01/09
| Konu: Geri: Büyücü Dükkânları ~ Perş. Ocak 15, 2009 2:50 pm | |
| | |
| | | Dahlia E. Blãzej Le Dahlia Noir Sahibi
Mesaj Sayısı : 36 Yaş : 30 Kayıt tarihi : 18/01/09
| Konu: Geri: Büyücü Dükkânları ~ Paz Ocak 18, 2009 10:21 am | |
| Dahlia Erzsébet Blãzej 30 Knuctorn Yolu'nda Le Dahlia Noir adında bir dükkan açmak istiyorum. Biraz önce mesaj göndermiştim ama becerememişim sanırım xD
Kız kardeşlerini trenden beri görmüyordu. Annesi onları trene geçirdikten sonra hepsi bir kompartmanın içine doluşmuş ve bütün yolculuğu sessiz sedasız geçirmişlerdi. Şansı vardı ki, cam kenarına oturmuştu. Böylece rahat rahat şiir yazıp besteleyebilmiş, arada da camdan dışarı bakıp eşsiz manzarayı izleyebilmişti. Yıllar geçtikçe Hogwarts'a gelirkenki heyecanı azalıyordu. Her sene aynı şeyleri dinlemek, aynı olayları izlemek gittikçe can sıkıcı bir hal alıyordu.. Yine trenden indiler ve sandallarla okula ulaştılar. Ve yine Müdür'ün komutlarıyla Büyük Salon'dan içeri girdiler. Müdür değişmişti. Bu da çok şaşırtıcı bir şey değildi. Zira, önceki müdür tam anlamıyla bencilin tekiydi. Dina önüne gelecek olan yiyecekleri açlıkla beklerken Seçmen Şapka şarkısını söylemeye ve ardından da binaları seçmeye başladı. Tüm birinci sınıflar binalarına seçildikten sonra Müdür konuşmasını yaptı. Herkes neşeli neşeli yiyeceklere saldırmak için umutla beklerken umulmadık bir gürültüyle Büyük Salon sarsıldı. Dina neler olduğunu hemen anlamıştı. Ölüm yiyenler içeri girmeye [başladıklarında Dina'nın gözlerinde bir pırıltı ve dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. 'Eğlence başlıyor...' Zaten Müdür'ün gözlerinden de endişesi belli oluyordu. Tüm öğrenciler çığlık atmaya ve koşuşturmaya başladılar. O sırada ilk büyü Müdür'den geldi. Daha sonra Müdür patronus'unu bakanlığa yolladı. Karşı masadan Luke'un sesi duyuldu. '-JOHN! ALAİN! JOHN....!!' Dina başını ona çevirdi. İşte şimdi işler karışıyordu. Eğer zorunda kalırsa.. bunu.. nasıl yapabilirdi ki? Onun tüm arkadaşlarına acımadan zarar verebilirdi. Ama başka bir savaşta bunu ona nasıl yapabilirdi? Düşünmek istediği en son şeydi. Zaten büyü yapması da yasaklanmıştı çünkü Karanlık Taraf'takilerin okul içinde büyü yapması yasaktı. O sırada dikkatsiz bir 4. sınıf öğrencisinin yaptığı büyü, Dina'nın yanındaki ölüm yiyen'e çarpmamıştı. Onun yerine ölüm yiyen, Dina'nın Karanlık Taraftan olduğunu bilmediği için Dina'yı kendine siper olarak almıştı ve büyü Dina'ya çarpmıştı. Dina sendeleyerek geri geri gitti ve dengesini kaybederek düştü. Bu kadar güçsüz değild, ayağa kalkacaktı elbet ama bu savaşın içine girerse bir aptal kadar cesur Gryffindor'lulardan, onun gözünde "hiçbir şey" olan Hufflepuff'lardan ve kendine yakın gördüğü ama çok fazla inek olan Ravenclaw'lardan birinin canını yakacaktı ve bu da okuldan atılmasına bir sebepti. Kuralları çiğnemekten hoşlanmazdı. Güçlükle ayağa kalkıp bir masanın kenarına tutundu ve asasını her ihtimale karşı cebinden çıkardı. Bu saldırının uyarı amaçlı olduğunun farkındaydı. Ama yine de bu Zümrüdüanka Yoldaşlığı zımbırtısından bir kaç kişinin ölmesi fena olmazdı. Luke'un olduğu tarafa baktı ve onların yanına gitti. Diğerlerine sinir bir bakış attı ve tekrar Luke'a döndü.
'İyi misin? Bak, buradaki insanlardan ölmesini istemediğim tek bir kişi varsa o da sensin tamam mı? Bu yüzden..'
Nasıl tamamlasaydı ki? Başının üstünden sıyırıp geçen sersemletme büyüsüne aldırmadan devam etti.
'.. Bu yüzden.. ne yaparsan yap, ölme!'
Kimsenin onun Yoldaşlıktan olduğunu sanmaması için Luke'un yanağına güven verecek bir öpücük kondurduktan sonra ayağa kalkıp oradan hızla ayrıldı. Ama ona çarpan büyünün etkisiyle pek hızlı gidemiyordu. Yere, adımlarına baka baka ilerlerken gözünün önünden hızla bir Ölüm Yiyen geçti. İlk önce buna pek aldırmamış olan Dina daha sonra başını ona çevirdi ve hızlı hareket eden bu adamı gözden kaçırmamaya çalışarak baştan aşağı süzdü. Ardından ayaklarına takılı kaldı. Bu ayakkabıları tanıyordu. Evet, elbette tanıyordu. Nasıl unutabilirdi ki? Bu ayakkabıları o adama Dina almıştı. Evet, ta kendisiydi. Bu adam amcası Thor'du. O da babası gibi bir ölüm yiyen'di. Ama Dina onu tanıdığını belli ederse ikisinin de başı belaya girebilirdi. Çarçabuk trende şiir yazmak için kullandığı küçük defteri ve kalemi çantasından çıkardı ve yazdı.
''Sakın beni tanıdığını belli etme. Ben iyiyim. Letty ve Lenny de güvendeler. Onları Müdür bazı profesörlerle götürdü. Kendine dikkat et. Büyük savaş günü geldiğinde ben de yanınızda olacağım. Ravenclaw ve Slytherin cüppeliler size büyü yollamadıkça onlara bir şey yapmazsanız sevinirim. Çünkü az önce bir ölüm yiyen tarafından siper alındım. Karanlık Lord'a sayılar.. Dahlia.''
Hızla yazdığı kağıdı yarı topallayıp yarı koşarak Thor Amca'nın yanından geçerken onun cebine sıkıştırıverdi ve oradan uzaklaştı. Şimdi kızkardeşlerine bakmalıydı. Güvende olduklarından emin olmalıydı. Profesörlerin öğrencileri ittirerek götürdüğü yere doğru onları takip etti ve içeri girdi. Bir sürü öğrenci arasından Letty ve Lenny'yi bulması zor olsa da birbirlerine benzeyen iki ikinci sınıf öğrencisi kızı rahatlıkla seçebildi. Yanlarına gitti. Letitia'nın kaşının üzerinde kan vardı. Hızla onların oturdukları koltuğun yanına eğildi.
'Letty, ne oldu böyle?'
Madeleine Letitia'nın yerine cevap verdi.
'Bir ölüm yiyen onu hızlıca Hufflepuff masasına doğru itti ve o da masanın kenarına kafasını çarptı. Önemli bir şey değil. Madam ilgilendi. Az sonra geçer.'
Dina kaşlarını çattı. Eliyle Letitia'nın kaşını hafifçe yokladıktan sonra ikisine baktı.
'Birbirinize sahip çıkın. Lenny, teknik olarak sen daha büyüksün. Bu yüzden Letty'ye büyüklük taslamadan (??) ona yardım et. Unutmayın, her zaman size yardımcı olmak için yanınızda bir profesör bulunmayabilir. Onlara ihtiyacınız olmasın. Birbirinizden başka kimseye ihtiyacınız olmasın. Kendinizi koruyun, beni anladınız mı? Ben şimdi gitmeliyim. Savaş devam ediyor.'
Kafasını ikisinin arasına sokup kulaklarına fısıldadı;
'Yandaşlarımız ortalığı kasıp kavuruyor. Bu da Zümrüdülaplup Yoldaşlığı'na bir ders olacak.'
Göz kırparak ayağa kalkıp ilerledi. Diğer öğrencilerin ne halde olduğuna bakmadı bile. Tekrar Büyük Salon'a döndü. Salon'un salonluğu gitmiş, adeta bir çöplüğe dönmüştü. Yerde yatan ölülerin üstlerine basa basa, koşarak Slytherin masasına doğru ilerledi..
Slytherin masasına doğru koşarken bile aklı bir Luke'a, bir Letty ve Lenny'ye gidip duruyordu. Ama sonunda kendini kardeşlerinin güvende olduğuna ikna etmeyi başarmıştı. Sonunda masaya ulaştı. Daha yirmi dakika önce Ravenclaw masasına neşeyle giderken gördüğü Dia yere yığılmıştı. Onunla aynı binada, aynı sınıftalardı. Üstelik -her ne kadar onu vuran ölüm yiyen bunu bilmese de- o da Karanlık Taraf'taydı. Dia'nın yanına gelen Profesörlerle birlikte o da onun yanına gitti. Sahte bir acıyla Profesör Gaunt'a baktı.
En son Dahlia E. Blãzej tarafından Paz Ocak 18, 2009 10:23 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Dahlia E. Blãzej Le Dahlia Noir Sahibi
Mesaj Sayısı : 36 Yaş : 30 Kayıt tarihi : 18/01/09
| Konu: Geri: Büyücü Dükkânları ~ Paz Ocak 18, 2009 10:21 am | |
| 'Profesör, buradan çıkmalı. O.. o ölmemeli..'
Profesör Gaunt, Dia'yı yanına alarak salondan kaçmaya çalışırken salon art arda iki gürültüyle sarsıldı. İlk gürültüyle başını hemen Luke'ların olduğu tarafa çevirdi. Yukarıdaki avize yere yıkılmıştı. Üstelik yere düşen binlerce parçasından biri de Dina altından kaçmaya çalışırken omzuna saplanmıştı. Bunu hissetmedi bile. Zira, bundan önemli şeyler vardı. Bir arkadaşını kaybetmişti ve daha fazla kötünün canının yanmasına izin veremezdi. Ama Luke, Aysa ve John'a da saldırmak istemiyordu. Eğer zorda kalırsa yapmayacağı şey değildi aslında. Yine de zar zor yanlarına gitti. Cüppesinin üstünden omzundan aşağı kanlar akıyordu. Ama Dina'nın bunu fark etmesi güç olmuştu çünkü salonda şimdi de bir ejderha belirmişti. Dina gözlerini faltaşı gibi açarak etrafına baktı. Lanetler havada uçuşuyor, bazı profesörler savaşırken bazıları da hala öğrencileri alandan dışarı çıkarmak için uğraşıyordu. Ama Dina'nın çıkmaya niyeti yoktu. Amcasının güvende olduğundan emin olmalıydı. Onu korumak için elinden bir şey gelmeyecek olsa bile yine de onun ne halde olduğunu bilmeliydi. Ancak bu sayede içi rahat edebilirdi. Hızlıca Luke'ların yanına gitti. O koşarken Aysa bir plandan söz ediyordu. "Bu kız yine neler geçiriyor.." diye düşünmeden edemedi. O sırada Luke masalardan birini havaya kaldırmıştı. Anlam verilemeyecek hareketler yapıp duruyordu. Inés ise ne yapacağını şaşırmıştı. Ölüm yiyen'lere saldırmazdı. Profesörlere de saldıramazdı. Tam ağzını açmışken Aysa masayı havada patlattı. Inés bu büyüyü biliyordu. Hatta kullanmayı da seviyordu. Asasını çıkarıp Aysa'nın yanına gitti. İkisine doğru baktı.
'Ne yapmaya çalışıyorsunuz?!!!'
Masanın çarptığı ölüm yiyen yere yığılmıştı. Ama Luke cevap vermeye kalmadan ona art arda iki tane sersemletme büyüsü isabet etmişti.
'Masalarla oynarsan böyle olur! Ah Luke!!!'
İçindeki acıyı tarif edemezdi. Zaten yapmayı beceremediği şeylerden biriydi. Bu yüzden üzüntüsünü belli etmeden o da Aysa gibi Luke'un yanına koştu.
'Hey, hey iyi misin?!!'
Luke'un sendeleyerek ayağa kalkmaya çalışıp masadan bir bıçak alarak ölüm yiyene fırlatmasını izledi. Bu Inés'i kızdırmıştı. Üstüne üstlük Aysa da ölüm yiyeni bağlamıştı. Bıçağın saplandığı yere, ölüm yiyenin bacağına baktı. Fark etmesi uzun sürmedi. Evet, yine o ayakkabılar. Luke, Inés'in amcasını bacağından vurmuştu. Sinirle ayağa kalktı ve Aysa'yı duvara doğru ittirdi.
'Siz.. siz..!!! Hâlâ yaşıyor olduğunuza şimdiden dua etseniz iyi olacak!
Koşarak amcasının yanına gitti. Onu tanıdığını belli edip etmemek artık umrunda bile değildi. Bacağına saplanıp yere düşmüş olan bıçağı aldı. Kanlar içinde ipler arasında yerde yatan adamın üstündeki ipleri o bıçakla kesmeye başladı. İpleri kestikten sonra adamın yüzüne küçük bir tokat attı.
'İyi misin? Th-'
Bir dakika, ismini söyleyemezdi. Hemen duraksadı. Yanlarına başka bir ölüm yiyen geliyordu. Onun arkasından da bir Profesör. Inés hemen yanlarından ayrıldı ama bıçak elinde kalmıştı. Tekrar Luke'un yanına döndü. Sinirinin hala geçmediğini fark ettirecek şekilde Aysa'ya baktı.
'O iyi mi?'
Aysa hala tedirgince Inés'e bakmaya devam ediyordu.
'Sanırım iyi.İki tane sersemletme yiyince böyle oluyor insan'
dedi hafifçe gülerek.Sonra tekrar ciddileşti.
'Nasıl kendine getireceğimi çözemedim ama...'
Inés'in aklına bir şey geliyordu. Ve yapmazsa Luke uyanamazmış gibi hissediyordu. Asasını aldı ve Luke'a doğrulttu.
'Aquamenti!'
Luke'un yüzüne sular dökülmeye başlamıştı. Nihayet uyandığında Dina'nın yüzünde sinirle karışık mutluluğun verdiği bir gülümseme oluştu. Bunu kimsenin görmemesini sağlamalıydı. Bu yüzden kafasını geriye çevirip arkasındaki savaşa bakar gibi yaptı. O sırada başını çevirirken omzuna batmış olan kocaman cam parçasının açtığı yarayla karşı karşıya geldi. Yutkundu. İğrençliğin daniskası bir hali vardı. Sağ elini yavaşça sol omzunun üstüne dokundurdu. Eline gelen yoğun kanı iki parmağıyla ovaladı ve elini silkeledi. Ardından tekrar Luke'a döndü. Aysa'ya başıyla "Onu ben alırım" der gibi bir işaret yaptıktan sonra Luke'un kolunu kendi omzuna attı. O sırada yanlış bir şey yaptığının farkına varmıştı. Luke'un eli yaralı omzunun üstüne şlap diye oturmuştu. Küçük bir inilti çıkardı ama belli etmeden yürümeye devam etti. Aysa da arkalarından geliyordu.
Başkası olsa oracıkta bırakıverir, belki de baygın ya da ölü olmasına aldırmadan çekip gidebilirdi. Ama Luke ona farklı bir melodi fısıldıyordu sanki. Yıllarca uğraşsa besteleyemeyeceği bir melodi.. Düşe kalka üçü birden hastane kanadına varmışlardı. Neredeyse dolup taşmıştı burası. Alnından dökülen terlerle Luke'u üçüncü yatağa saldı ve yanındaki sandalyeye çöküverdi. Luke'un, Dina'nın omzuna attığı eli kan içinde kalmıştı. Onun bunu fark edip etmediğinden pek emin değildi. Üstelik üstü başı da su içindeydi, Dina'nın az önceki büyüsü yüzünden. Aysa'ya baktı.
'Sanırım burada biraz bekleyeceğiz. Diğerlerinden bize sıra gelebileceğini sanmıyorum.'
Sonra içinden geçirdi. "Merlin'in kokmuş çorabı!! Nasıl bir gündü.. İşin acayibi, hala da devam ediyor..Acaba Thor iyi mi? Onu öldürdülerse bunu o profesörlerin ve seherbazların yanına bırakmayacağıma ant içebilirim" Bunları içinden geçirirken bile gözleri kıpkırmızı olmuştu. Ama bunun nedeni sadece sinirli olması değildi. Cüppesinin üstündeki yeşil Slytherin arması bile kıpkırmızı kana bürünmüştü. Kan dökerken bile, safkan olmaktan gurur duyuyordu. Muggle ya da kofti falan olsaydı..!! Aman Tanrım!! Böyle bir şeyin olmasını düşünemiyordu bile..! Etrafında şifacılar dolanıp duruyorlardı. Aldırış etmek istemiyordu ama bu mümkün değildi!
Çok gürültülü yerlerde durmaktan hoşlanmazdı Dina. Ve hoşlanmadığı yerlerden de bir an önce uzaklaşmak isterdi aslında. Ama olduğu durumda bu imkansızdı. Çünkü buradan başka bir yere gidemezdi. Üstelik Letty ve Lenny'den de hala haber yoktu. İnsan ablasına bir şekilde haber yollamaz mıydı? Onları kafasından çıkarmaya, içinde olduğu yere ve duruma odaklanmaya karar verdi. John içeri girmiş, girdiği anda da Dina'ya soğuk bir bakış fırlatmıştı. Onunla anlaşamıyorlardı. Zaten Dina kiminle anlaşabiliyordu ki? İnsanların onu sevmemesi umrunda da değildi zaten ki onu sevmeyeni o da sevmezdi zaten. Hatta bazen onu sevenleri bile. Ölüm yiyenlerden neden bu kadar korkuyor ve tiksiniyorlardı ki? Dina'nın ailesinde onlardan binlerce vardı ve Dina da bundan içten içe gurur duymuyor da değildi. John kısa bir süre şifacıyla tartıştıktan sonra bir posta da Luke'tan fırça yemişti. Koridorlardan ve odanın içinden çeşitli çığlıklar gelmeye devam ediyordu. İçtiği iksiri beğenmeyip -sanki daha iyisini yapabilirmiş gibi- kusanlar, kusanları görünce midesi bulanıp kusanlar, kırık kolları, bacakları düzeltmeye çalışan zavallı şifacılar.. İşin acayibi herkesin yüzünde de bir buruşukluk, bir acıma, bir üzüntü vardı. Bunları niçin bu kadar abartıyorlardı ki? Dina'nın dudakları bile bükülmemişti. Tüm bu olanlardan etkilenmemiş, hatta bir bakıma mutlu bile olmuştu. Ölüm yiyenler bu aşağılık seherbazlara güzel bir ders veriyor olmalıydılar. Ve bugün yaşanan kayıplar, gelecekte ne kadar büyük bir savaşın başlayacağına dair bir işaretti. Bu Dina'nın daha çok hoşuna gitmeye başlamıştı. Hatta belki günün birinde aptal Filch'ten bile kurtulurlardı. Koftiler de en az muggle'lar kadar aşağılıklardı zaten...
Şifacı bu kez telaşlı adımlarla Luke'un yanına gelmişti. Luke'la kısa bir tartışmadan sonra ona bir iksir içirmişti. Ama Luke iksirin balkabağı suyu tadında olacağını ummuş olmalıydı ki büyük bir hayal kırıklığıyla iksiri ağzına alır almaz püskürtüverdi. "Ah.." dedi Dina içinden. "Bulundukları ortama ayak uydurmayı öğrenmeliler. Hey!! Üstelik üstüme püskürttü! Lanet olası! Bunları Ravenclaw'a nasıl seçiyorlar bilmiyorum!" Bir anlık sinirle içinden bunları geçirmişti. Ama tekrar Luke'un suratına baktığında aklından geçirdiği tüm kelimeleri geri almıştı. Onu seviyordu. Gerçek buydu. Ama arkadaşlarının yanında bunu ona belli edemezdi. Hayır, bunu asla yapmazdı. Z.A.Y.'den birine aşık olmuş olmak yeterince can sıkıcıydı.Onlar bunu önemsemiyor olsa bile diğerleri bunu duyarsa ikisi de içinde bulundukları topluluktan atılırdı.Luke zorla da olsa iksiri içmeyi başarmıştı.Aysa ayağa kalkmıştı. Aptal bir cesaret gösterisi sunmaya hazırlanıyor gibiydi. "Merlin'in pörtlek gözü aşkına! Bu kız neden yapamayacağı şeylere karşı özel bir ilgi duyuyor? O aptal "ben cesurum" diyen Gryffindor'lulara benziyor bazen. Öğrk! Tanrım! İyi ki Ravenclaw'lar. Bu sayede onlarla yan yana durabiliyorum en azından. Ama zaten onların da bana bayıldıklarını sanmıyorum.." dedi içinden. Arkasına yaslanıp rahat bir hal aldı. Oynanacak tiyatroyu güzel bir yerden izleyecekti bu kez. Bu tip şeyler ona o kadar gülünç geliyordu ki. Aysa gereksiz inadını bir yana bırakıp Luke'un ısrarları sayesinde çanağının üstüne oturuvermişti. OLması gereken ve olacak olan da buydu zaten. Sonunu bildiği bir kitabı okumak gibi bir şeydi bu. Sonra başını kaldırdı. Çünkü omzunun üstünden bir el ona dokunmuştu. Birinci sınıflardan bir çocuğun gelip onunla oyun oynamak istediğini sandığı için hışımla arkasını döndü.
'Seni bücü-'
O anda derin bir nefes almıştı. Letitia arkasında duruyordu. Ayağa kalktı. Ona sarılırdı ama insanların yanında bu tür şeylerden ikisi de kaçınırdı.
'Burada ne arıyorsun. Madeleine nerede?'
Letitia onu sakinleştirmek istercesine yerine oturttu.
'Merak etme o iyi. Ortak salonda. Ben de gelip sana haber vermek istedim.. Hey, koluna ne oldu?'
Dina başını salladı.
'Bırak şimdi kolumu. Sana bir haberim var..'
Onu kendine doğru çekti ve kulağına eğildi.
'Noir burada, aşağıda. Onu gördüm. Ama...'
Gözleri bir an Luke ve Aysa'ya döndü. Ardından tekrar Letty'ye baktı.
'Ama durumu en son gördüğümde pek iyi değildi. Onu karargaha götürmüş olmalılar. Endişelenmeyin. Şimdi sen de git. Güvenli bir yerde olduğunuzdan emin olun ve gürültüler bitene kadar da oradan ayrılmayın. Unutmayın, kendinizden başka kimse sizi korumayacaktır!'
Letitia başıyla onayladı ve elini sallayarak uzaklaştı. Dina tekrar diğerlerine döndü. Aklına yine Thor amca takılmıştı. Letty'ye onu karargaha götürdüklerini söylemişti ama acaba gerçekten de öyle miydi yoksa oracıkta kan kaybından geberip gitmiş miydi? Aslında ha bir eksik, ha bir fazlaydı. "Çoğunluğun iyiliği için.." diye geçirdi içinden.. | |
| | | Craig Justin Archman Muggle
Mesaj Sayısı : 233 Asa : 18 inc Unicorn Kanı Evcil Hayvanı : Corb ~ Rp Sevgilisi : Yok ~ olması mı Lâzım ? Kayıt tarihi : 11/01/09
| Konu: Geri: Büyücü Dükkânları ~ Paz Ocak 18, 2009 10:29 am | |
| | |
| | | Gabriel Ferb Jagger Jagger'ın Muggle İçkileri Sahibi
Mesaj Sayısı : 40 Kayıt tarihi : 25/01/09
| Konu: Geri: Büyücü Dükkânları ~ Paz Ocak 25, 2009 8:54 pm | |
| Ad: Gabriel Ferb Soyad: Jagger Yaş: 43 İstediği Dükkân: Hogsmeade'de ''Jagger'ın Muggle İçkileri'' Örnek Rp:
- Spoiler:
Jack, dersin Yasak Orman’da işleneceğini daha önceden öğrencilerine bildirmişti. Dersinin başlamasına çok az bir zaman kala bugün işleyeceği hayvan ile birlikte Yasak Orman’ın girişinde beklemeye başladı. Aslında tam girişte değildi, birazcık içerilere girmişti lâkin öğrenciler onu rahatlıkla görebilirlerdi. Bugün üçüncü sınıfların yanında dördüncü sınıflara da ders verecekti. Bundan dolayı yaratık olarak özel bir şey seçmişti. Öğrencilerin bunu seveceğini düşünüyordu, haklı olmasını umuyordu da. Seyrek, cırtlak yeşil saçlarını geriye attı. Mor elbisesi ve beyaz makyajı ile de, Yasak Orman’da tamamen parlıyor gibiydi. Bu duruma alışık olduğundan yadırgamadı ve öğrencileri beklemeye koyuldu. İki saniyede bir saatine bakıyordu. Bu onun ilk dersiydi fakat niyeyse heyecanlı değildi. Genel olarak heyecanlanan biri değildi çünkü Jack. Doğasında yoktu. Onlarca yıldır aylak aylak Orman sınırlarında yaşayınca, sonra da mesleğini buraya uygun bir şey olarak alınca hâliyle üstünde bir alışkanlık hissi vardı. Sanki yıllardır ders veriyormuş gibiydi. Kendini, kendini… evinde hissediyordu sanki.
Öğrenciler yavaş yavaş gelmeye başladılar Orman’a. Her gelen bir-iki saniye sendeliyor, profesörü arıyordu. Profesörü arayıp bulanlar ise daha fazla şaşırıp sendeliyorlardı. Hiç karşılaşmadıkları türden bir profesördü galiba Jack. Büyük ihtimalle çoğunluk dış görünümüne şaşırmaktaydı. Jack, buna aldırmadan elleriyle öğrencileri etrafına çağırıyordu. Sürprizi bozmamak için de yaratığı bir ağacın arkasına saklamıştı. Bütün öğrenciler tamamlandığında ellerini birbirine birkaç kez vurarak dikkati kendisine çekmeyi başardı. Daha sonra tipine bakınca kendisinden çıkacağı düşünülmeyen derecede kibar bir ses tonuyla konuşmaya başladı:
‘’ Merhaba! Hogwarts’a bir kez daha hoş geldiniz. Hepiniz kuralları biliyorsunuz ve uyuyorsunuz (!). Fakat dersim Sihirli Yaratıkların Bakımı için de bir takım kurallar var. Birincisi; gördüğünüz Sihirli yaratıklara oyuncak muamelesi yapmak kesinlikle yasaktır! Başka kuralım yok. Ha ho! Eveet, benim adım Jack Jagger. Jaack Jaggeeer. İyi ezberleyin. Sizin için Profesör Jagger olacağım. Sizin isimlerinizi duymak beni memnun edecek.’’
Bunun üzerine herkes birer birer isimlerini söylemeye başladılar. Jack, bunun asla bitmeyeceğini sandı fakat bir süre sonra bütün isimler telaffuz edilmişti ve tanışma faslı kapanmıştı. Jack, parmaklarını ve boynunu kıtlattı bir iki kez. Sonra baş ve işaret parmağını ağzına hilâl şeklinde götürerek yüksek sesli bir ıslık öttürdü. Bu, bazılarını rahatsız etmişti anlaşılan. Fakat Jack buna aldırış etmedi. İleride, kopca gövdeli bir ağacın arkasından kahverengi bir hayvan yaklaşıyordu. Başı ve kanatları bir kartala, gövde kısmı ve ayakları ise bir ata benziyordu. O kadar asil, o kadar narin görünüyordu ki… Jack’in gözleri dolmuştu sanki. Makyajının akmaması için gözyaşları var mı diye kontrol etti. Neyse ki göz yaşı yoktu. İkinci bir ıslıktan sonra hayvan koşarak Jack’in yanına vardı. JJ, ona bir süre baktı ve sonra ona ölü bir fare verdi. Hayvan onu iştahla yutarken Jack, dersine döndü;
‘’ Bu bir hipogriftir. Gördüğünüz üzere hipogriflerin başlı ve kanatları kartala benzer. Böylece uçabilirler. Gövdesi ile ayakları ise ata benzer, bunun sayesinde de karada rahatça koşarlar. Hipogriflerin gereksiz ve korkutucu olabilecek bir özelliği ise çok asil olmalarıdır. Onlara kabalık edenlerin sonunun ne olduğunu bilmek istemezsiniz. Ama ona selam verip kibarca yaklaştığınız zaman o da size aynen karşılığı verir.’’ Yutkundu ve göstermek için mor ceketinin uçlarından tuttu ve soylu bir selam verdi hayvana. Hipogrif bir süre durdu ve daha sonra kartal önayaklarını eğmek suretiyle o da bir selam verdi. Bunun karşılığında Jack, bir fare daha attı hayvanın ağzına. ‘’ Bu hanımın adı Lyrua’dır. Şimdi! İçinizden birisi çıkıp Lyrua’ya selam verebilir mi? Kimse yok mu? O zaman… O piti piti… ‘’ Tekerlemeyi okumaya devam etti ve en sonunda bir genç çıktı. Ona yanına gelmesi için bir işaret yaptı ve yanına gelince fısıldayarak dikkatli olmasını ve dediklerini unutmamasını tembihledi. Öğrenci, anlamış olacak ki heyecanla başını salladı. Jack’de onun sırtına vurarak Lyrua’ya yönlendirdi. Çocuk önce biraz geri durdu. Sonra arkadaşlarının arasında rezil olmak istemeyince ilerledi. Cüppesinin uçlarından tutup eğilmeye çalıştı. Başarılı oldu. Ama hipogrifin ona selam vermesini beklemeden gagasına dokunmaya çalıştı. Hipogrif o anda şahlandı. Sırıtan Jack, birden apıştı kaldı ve boy asasını kullanarak çocuğu kendine çekti. Lyrua’nın ağzına iki tane fare attı ve sakinleştirmeyi başardı. Hemen çocuğun yanına gitti. Çocuğun korktuğu apaçık belliydi. Jack, birden bire yanlış bir seçim yaptığını düşündü. İçinden kendine binbir küfür sallarken çocukla konuşmaya başladı,
‘’ İyi misin? Emin misin? Tamam, sen yine de Hastane Kanadına bir uğra. Son anda çektim seni yanıma. Bir şey yapamadı iyi ki. Neyse bugünlük dersimiz bu kadar. Ödev falan yok. Sonra görüşmek üzere. Ve, belli vakitlerde hipogrifi sevmenize izin verebilirim. ‘’ dedi ve Lyrua ile birlikte öğrencilerden önce gözden kayboldu.
| |
| | | Craig Justin Archman Muggle
Mesaj Sayısı : 233 Asa : 18 inc Unicorn Kanı Evcil Hayvanı : Corb ~ Rp Sevgilisi : Yok ~ olması mı Lâzım ? Kayıt tarihi : 11/01/09
| Konu: Geri: Büyücü Dükkânları ~ Paz Ocak 25, 2009 9:21 pm | |
| Onaylandı. Birazdan açılıyor dükkânınız. | |
| | | | Büyücü Dükkânları ~ | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|