Örnek Rp [Yazılmadığı Taktirde Başvurunuz Değerlendirilmeyecektir.]
Gece leylak ve tomurcuk kokuyorken ıslak toprağa vuran ayakkabı tabanları çeşitli sesler çıkartırken yanağından sıcak damlalar süzülüyordu. Üzerindeki özlem kırmızısı kazağı onu soğuktan koruyamazken üstüne bastığı bir dalla küçük çık sesleri karıştı havaya. Birkaç karga uçuştu... Ağaçların altından ilerlerken tek düşündüğü kalbinde hissettiği bir tank kadar büyük acıydı. Acıların gölgesinden geçiyordu, ancak acılarını bir türlü orada bırakamıyordu. Güzel bir melodi mırıldanıyordu. Tek yapabildiği adım atmak ve mırıldanmaktı. Vücudu hareketlerine isyan ediyordu. Beyni yorgundu, gözleri dayanıksızdı. Alıp başını gitmek istiyordu buralardan. Mutluluğa ulaşmadan düşecekti uçurumdan. Geri dönüşü olmayan bir düşüştü bu, geride sadece sesinin yankısı kalacaktı. Damlalar hızlanıyordu. Birkaçı dudağına dokunuyor, gerisinde tuzlu bir tat bırakarak kayboluyordu. Derin ela gözleri titriyordu. Adım attıkça alt kirpiklerinin hemen üstünde sular birikiyor damlalar halinde yanaklarından akıyordu. Etrafta ne bir ağaç hışırtısı vardı ne de bir hayvan sesi. Sadece o ve acıları vardı koca ormanda. Adımları hızlanıyordu. Ancak gecenin ucunda hiçbir şey yoktu. Hissettiği özlem değildi, aşk da. Apayrı bir şeydi hissettikleri. Tamamen bunlarla kuşanmıştı. Ancak onu fazla koruyamayacaklardı. Bir an önce kendisine gelmesi gerekiyordu. Savunmasızca ormanda yürürken sırtından bıçaklanmak veya boynundan ısırılmak umurunda değildi sanki. Aslında tamamen bir yalandan ibaretti bu. Yapacak son birkaç şeyi kalmışken ölemezdi. Yine de beyni kendisini korumayı emretmiyordu.
Tek yapabildiği savunmasızca yürümekti. Nereye gidiyor, neden gidiyor bilmiyordu. Arkasında neler bıraktığını da. Hoş, gittiğini umursayacak kimse yoktu ya. Parmakların üzerinden akan su gibi gidiyordu, sessiz sedasız. Acılar onu yıpratmayacaktı. Buna izin veremezdi. Şarkının sonlarına gelirken kendisini hayatın sonuna geliyormuş gibi hissediyordu. Oysa daha zamanı vardı, yapacak şeyleri de. Görecek binlerce şey vardı. Neydi bu isteksizlik o zaman? Her şeyi kaybetmiş değildi, neden böyle hissediyordu? Kendine olan o güveni tamamen yol olmuştu. İlk defa bu kadar derin ağlıyordu. Her şeyinden vazgeçebilirmişçesine acı çekiyordu. Tüm bu acının nedenini biliyor olmasına rağmen kalbinde saklıyordu. Reddetmek ne kadar işe yaramasa da yapıyordu bunu.
Çaresizdi, işte bu yüzden ağlıyordu. Yanakları sırılsıklam olmuştu. Silmeye bile yeltenmiyordu. Gece sabahla olan buluşmasına hazırlanırken o küçücük bir uyku belirtisi göstermiyordu. Oysa gözleri, kolları, bacakları ve ayakları tamamen çökmüştü. Yorgunluktan yıpranmıştı. Özlemden içi yanıyordu, kalbi yanıyordu... Aşkını tamamen geride bırakmıştı. Onu unutmasının zor olacağını bir türlü kabullenemiyordu. Oysa ona yaptıklarından sonra yüzüne bile bakamayacak kadar nefret etmesi gerekiyordu. Peki kalbinin tam ortasında hissettiği bu aşk neydi? Özlem neydi? Millerce ötede, sıcacık evinde oturuyordu ve belki de onu düşünmüyordu. Hatta oldukça büyük bir olasılıktı bu. Oysa Anitchka burada ağlıyor ve onu özlüyordu. Kendisini oldukça saf hissediyor, ilk defa bu kadar nefret ediyordu. Onu orada bırakmıştı. Rusya’da...
Çamurlar botlarını kirletirken oldukça üşüyordu. Ancak soğuk ona sadece eski anılarını hediye ediyordu. Rusya’yı hatırlatıyordu. Aleksey’i hatırlatıyordu. Acıyla gözlerini kapattı ve adımlarını durdurdu. Bir sigara yaktı.. Aşk sigarasının ucundaki dumandan, külden ibaretti. Aşkı sigarası kadar yakın, dumanı kadar uzaktı ona. Aşk onu da herkes gibi yıpratacak mıydı? Buna izin verecek miydi? Ağlıyordu... İlk defa bu kadar zayıftı. İçine çekiyordu dumanı, ona iç çekişleri eşlik ediyordu. Dumanı havaya iade ettikçe yüzü gözünün önüne geliyor, damlalar daha hızla akıyordu. Ay ışığı etrafı hafifçe aydınlatırken, yarada kalan tuzdu aşk... Çığlık çığlığa bağırmak istiyordu. Artık bu dünyadan kurtulmak, etraftaki herkesten kurtulmak istiyordu. Tek yapabileceği ölmek miydi?
Fark etmeden gelmişti bile soğuk ayaklarının getirdiği yere. Buraya bağlanmıştı sanki. Cennet varsa, Transilvanya’da sadece burası olabilirdi. Ama Anitchka cennetin olmadığına adı üstüne yemin edebilirdi. Ne kadar kötü olsa da cennet yoktu, Cehennemde… Kulenin dev kapısından geçti. Gece ilerliyordu. Boş antrede çıt yoktu. Tek ses Anitchka’nın botlarından geliyordu. Rahatsız edici ‘ tık tık ‘ seslerinin arasında merdivenleri tırmandı. Taş, siyah merdivenlerin sonuna geldiğinde onu rahatlatacak tek yere gitti..
Eski sayfaların kokusu, en dolu hayatlardan bile eski kitaplar. En iyi anneden bile şefkatliler… Anitchka gözlerinde yaşları yavaş yavaş sildi. Saatin üçünde, gecenin bir yarısında burada bulunan bir tek oydu. Bundan memnundu. Kimse savunmasızca ağladığını görmeyecekti. Bu kadar zayıf olduğunu da. Oysa sık sık ağlamazdı. Hatta oldukça nadirdi. Güçlü olduğunu iddia ediyordu. Yalan mıydı? Göründüğü gibi miydi? Güçsüz, savunmasız, küçük ve aptal… Deniyordu, mutlu olmaya çalışıyordu. Ama o olmadığında imkansızdı sanki. Oysa artık ona aşık değildi. Ağlamasına neden olan sadece bağlılıktı. Ve her zaman yaptığı gibi alışkanlıktı. Birini sevdiğinde ondan vazgeçemiyordu. Onu düşünmek bir alışkanlık haline gelmişti sanki. Ve bu onu zorluyordu. Rusya’da bırakmış da olsa onu unutamaması Anitchka’ya oldukça zarar veriyordu. Dayanmak güçtü, neden olduğunu anlayamıyordu ama tüm gücü emilmiş gibiydi. Kendisini her an ölecekmiş gibi savunmasız hissediyordu kendisini. Bu da onu korkutuyordu. Her zamanki cesurluğundan eser yoktu. Eline raflarından bir kitap aldı. Çekip aldığı kitaptan düşen birkaç toz yerde hiçbir iz bırakmadan yok olurken ilk sayfayı atlayarak sözcüklerde gezdirdi gözlerini. Olaylar, durumlar… Hepsinden tek cümle okuyordu. Ayakta okumaya başladığından bile haberi yokken gece ilerliyordu. Ayın ışığının içeri girmesini engelleyen duvar nedeniyle içerideki lambalarla aydınlanıyordu kütüphane. Kitaplar sessizdi, Anitchka da. Konuşmak istemiyordu, şarkı söylemek bile istemiyordu. Dili damağı kurumuştu sanki. Kitaba dalmıştı, ayağının ağrısını hissetmiyordu. Ve Aleksey’i unutmuştu. İşte bu yüzden kitaplar en şefkatli anneden bile şefkatliydiler. Geceyi seviyordu. Dışarıda tehlike gezinirken burada oturmak ise ona koyuyordu. Tek bir vampir bile öldürmemişti bu gece. Bu yüzden adaletin bozulmasına salakça duyguları için izin vermişti. Haksızlığa boyun eğmiş gibi hissediyordu. Oysa sadece tek bir geceydi. Görevini gerçekleştirmediği tek bir gece. Ona kızacak kimse yoktu. Vicdanı dışında, evet vicdanı. Hayatını verdiği bu amacını tek bir gece bile gerçekleştirmemişti. Denememişti bile, en azından yaralanıp kaçsaydı. O bile daha iyi olurdu. En azından istemiş olurdu. Ancak şu anda tek bir istek yoktu içindi. Adım atmak bile istemiyordu.
Geri geri giderek bir sandalyeye çöktü. Kitaptan gözünü ayırmadan sandalyeye iyice yerleştirdi. Ela gözleri satırda soldan sağa kayarken kelimeler beynine giriyor, duygularını perçinliyor yine de üzüntüsünü uzaklaştırıyordu. İçindeki piyano çalma isteği büyürken kitaptan ayrılmama isteği de doğru orantılı olarak artıyordu. Canının sıkkınlığı artıyordu bu arada kalmayla. Müzik ve kitap, yaşam ve ölüm, aşk ve sadece anılar… Sarı saçlarından gözlerini kitaptan ayırmayarak sol eliyle bi tutam alarak yavaş yavaş çevirmeye başladı. Bir yere odaklandığında en çok yaptığı şeydi bu, saçıyla oynamak. Alışkanlıklarından biriydi bu.
" Yaşadıklarım birer masaldı. Kurduklarım ise hayal.. " Sarı sayfaya kazınmış bu harfler, harflerden oluşan kelimeler, kelimelerden oluşan cümleler.. Kalbine kazınıyordu sanki. Tamamen onun oluyordu. Bütünleşiyor, bir daha bırakmayacağını anlatırcasına sıkıyordu. Bir yandan da acının meyveleri sarkıyordu yanaklarından. Tuzluydu bu meyveler. Tazeydi. Dudaklarının kıvrımlarından geçiyor, yavaş yavaş çenesinden süzülüyor ve damlıyordu üzerindeki kazağa. Yolu uzun değildi meyvelerin. Aynı bir kelebek gibi, bir gün. Hatta birkaç saniye. Kimse bundan fazla ağlayamazdı.. Aşk herkesi kırardı, demek ki Anitchka’nın da tipik insanlardan bir farkı yoktu. Sadece bu konuda bile olsa… Onun bir inancu bile yoktu! Sadece kendisine tapabilirdi, onu da yapmıyordu. Tapmak nefret etmekse, o ayrı. O zaman en sadık kuluydu kendisinin Anitchka. Sayfaları birer birer çeviriyordu, üzgün sesler geliyordu hışırtıların arasından. Kitaptan farklı bir şeydi sanki elindeki. Avucunun içinde hayatını mı tutuyordu? Yoksa tüm duygularını… Koyu kırmızı kazağı onu iyice sıcak tutmaya başlamıştı. Gözleri yorulmaya başlamıştı, uyku vücuduna yaklaşıyordu. Daha bu sabah güzel bir rüyadan uyanmamış mıydı? Peki bu ruh halinin açıklaması neydi? Kitabın kapağını kapattı. Bu kitabı daha önce okuduğunu yeni anlıyordu. Kitabın kapağına baktığında fark etmişti bunu. Gülümsedi, bu gün tek dudak kıvrılışıydı bu gülümseme.. Kitabı yerine koydu.. Sahroş olmak istiyordu, beyninde tek bir nöron kalmayana kadar içmek istiyordu. Öyle unutabilirdi her şeyi… Tek yol buydu sanki. Yo hayır, Aleksey’i unutmanın başka yolları da vardı. Lucas gibi… “ Saçmalama! “ kendi kendine kızdığını fark etmedi bile! Kütüphanenin sessizliğini bozmuştu. Lucas da nereden çıkmıştı şimdi? İki gün önce olanlar gözünün önüne geldi. Oysa başında ondan ne kadar nefret etmişti. Diğerlerinden farksızmış gibi gelmişti, onu küçük gördüğü için kızmıştı ona. Aslında oldukça farklı biri olduğunu sonra anlayabilmişti. Ne kadar sessiz ve içine kapanık olsa da sevmişti onu. “ Onu düşünmeyi kes ! “ Neredeyse yarım saattir Lucas’ı düşünüyordu. Kendisine kızarak aklını başka yönlere yöneltmeye çalıştı. Beceremiyordu, diğer her şey gibi başaramıyordu. Yavaşça oturduğu yerden kalktı. Hayatında ilk defa dua etmeye ihtiyaç duyuyordu. Bir insan kabul etmediği birine nasıl dua edebilirdi ki? Yine de doğuştan gelen bir gereksinim olmalıydı. Kalktığı sandalyeyi gerisinde bırakarak kütüphaneden çıktı. Geride bıraktığı kitapların kokusunu soğuğun kokusuyla ezilerek yok olurken hafif topuklu botlarından gelen tık tıklar eşliğinde merdivenlerden inmeye başladı. Sabah uyandığında ilk merdivene attığı adımdan sonrasını hatırlamıyordu…