'Bir gün küçük Cié, tüm bu acılarımız dinecek. O gün geldiğinde sen tekrar tatlı, sarı buklelerine ben de tekrar özgürlüğüme kavuşacağım.' Huzurlu ve güven verici ifadesiyle Sacha Custance hiç değişmemişti. Yalnızca buğday rengi teni biraz solgun ve göz altları belirgin derecede mordu. Meleksi gülümsemesiyle görüntüsü farklı olan kızına bakıyordu.
'Özgürlüğüne kavuşmanı istemiyorum anne. Tüm o kâbus dolu günlerden sonra sen şuan tıkıldığın yerde yarı deli halde ölümünü bekliyorsun. Ölüm kolay, senin için acısız. Oysa benim gibi çok günah işlemiş biri önce yanar, her günahının bedelini en ağır biçimde öder. O anı, acıyı, elimden geldiğince geciktireceğim. Yemin ederim.'
Zihninde yankılanan konuşma rutin kâbuslarından birine aitti. Rüyalarında, farklı biri olmayı beceremiyordu. Mesela uzun zamandır Cié gibi olmamıştı. Annesiyle yüzleşmesi gereken anlarda gerçekte söyleyeceğine yakın cümleler çıkıyordu ağzından. Belki de bu yüzden onu ziyaret etme fikri eskisi kadar ürkütücü değildi. Ne söyleyeceğini, kadının iyi dileklerini buz gibi konuşmasıyla nasıl yok edeceğini iyi biliyordu. Annesinin içinde yeşeren son ümidi -eğer varsa- yok edecekti. Tek ve son bir darbeyle geçmişini kenara itip, yaptıklarını reddedecekti. Sofia gibi olmaya alışmıştı. Cié hiç olmamaış gibi davranmaya da alışmak zorundaydı.
Hogsmeade; basit bir büyücü köyü, neredeyse herşeyin tekrar ettiği, sakin bir yerdi. Sofia bu yerleşkeyi pek de eğlenceli bulmasa da haftasonları ziyarete gelmekten geri kalmazdı. Günlerce taştan duvarlarla çevrili bir şatoda, hiçbir şeyin aksamadan aynı düzenle ilerlediği bir yaşam biçiminde, sevimli bir kaçış noktası oluyordu. Kırık kaldırım taşlarını süzmekten sıkılmış olduğundan gözleri ilerlediği boş sokakta gezinmeye başladı. Bu dar alanı dolduran insan yığınları neredeydi? Kalabalıktan nefret ediyordu fakat ıssız bir sokakta tek başına yürümek de pek hoşlandığı bir durum sayılmazdı. Biraz önce gerisinde bıraktığı pub akşamdan kalma, her an uyanıp bilinçsiz adımlarını sokağa doğrultacak adamlarla doluydu. Arada bir araladığı kalın dudakları ince ses tonuyla ettiği küfürleri dış dünyaya aktarıyordu. Neden buradaydı? Lanet olası, aptal ve gerizekâlı ve en ez Devon'un söylediği kadar şapşal bir kızsın Sofia Diabolus. Sol elini pantolonunun cebinden çıkarıp önce kâhküllerini düzeltti. Sonra daima soğuk olan parmaklarıyla sıcaktan kızarmış yanaklarına kompres yaptı. Teni inanılmayacak derecede beyazdı. Bronzlaşmak istediği birşey değildi ve şükürler olsun ki ne kadar uğraşsa da kızarmaktan öteye gidemiyordu. Bir gün gereksiz kızarıklığının da bir çaresine bulacağına emindi, şimdilik bu kadarı yeterli oluyordu. Diğer eli de saklandığı cepten dışarı çıktı ve yaralı parmakları siyah ve oyuncak bebeklerinki kadar parlak saçlarını terleyen ensesinden uzaklaştırarak sol omzuna yığdı. Uzun zamandır kendinden bu denli nefret ettiğini hatırlamıyordu. Kendine eziyet etmek pek fazla tercih ettiği bir şey olmamasına rağmen, güneş tepesinde yuvarlanmışken Hogsmeade'i ziyaret fikri tamamen kendi kusursuz (?) beyninden çıkmıştı. Güneşle yüzleşmek tahmin ettiğinden daha korkutucuydu.
Köşeyi döndü. Duvara sarılan sarmaşığın dallarının çıplak kolunu çizecek kadar yakın olmasına şaşırmıştı. Tüm vücudu güneşi sevmeyen kızı tek tük gölgelerin olduğu taraftan götürmek için çalışıyordu. Siyah giymek gün içinde yaptığı ikinci hata olmuştu; teni yanıyordu. Elleri bu kez de siyah bluzünü çekiştirmekte kullandı. Üç Süpürge'nin bir kaç adım ilerisinde olduğunu bilmek onu rahatlatıyor, ulaşmak için çaba sarf etmesini sağlıyordu. Fakat vücuduna çöken ağırlık yerçekiminin arttığı bir alanda yürüdüğü hissini çoğaltıyor, adımlarını yavaşlatıyordu. Neyse ki doğal şartlarla olan savaşını kazandı ve yeni cilalanmış tahta kapıyı avcuyla ileri doğru itti. Yarattığı küçük boşluktan içeri sıvıştı. Yeniymiş gibi duran kapının acı gıcırtısı kulak tırmalayıcıydı. Fazla bakınmadan en arkadaki masaya yollandı. Yuvarlak masaların üzeri beyaz örtülerle örtülmüş, sandalyeler düzgünce yerleştirilmişti. Fazla lüks bir yer olmamasına rağmen insana dinlenebileceği konforu sağlıyordu. Ulaştığı masadan destek alarak sandalyeye oturdu. Bir süre masanın üzerine koyduğu kolları üzerine gömdüğü başıyla öylece oturdu. Garsonun uyarıcı öksürüğüyle doğrularak
'Soğuk birşeyler. Şimdilik yalnızca soğuk birşeyler istiyorum.' Yakışıklı garsonun yarı gülümseyen ifadesine sahte bir gülüşle karşılık verdi. Sırtını yeni sağlamlaştırıldığı belli olan sandalye arkalığına yasladı. Omzuna yığılmış saçlarının aralarında bulunan bozuk örgülerden birini alıp düzeltmeye başladı.