Tjodalv Sverre Tveitan
36
Kütüphane Görevlisi
~ Let There Be More Light
"Gece... Soğuk, aldatıcı... Dolunayı bulutların arasından çıkarıp doyasıya sevişmek isteyen, fahişe gece... Seni yenemedim, adını sayıklamaktan öteye gidemedim... Beni içine alabilecek kadar karanlıksan, neden bunu şimdi yapmıyorsun? Neden öleceğimi bildiğin halde aklımla oynuyorsun, neden?"
Genç adam, giderek artmaya başlayan hıçkırlarını aniden kesti. Kaç saattir yürüdüğünü bilmiyordu, güneş battıktan beri düşündüğü tek şey karanlık olmuştu. İşten çıktıktan sonra evine gitmek için otobüse binmek yerine yürümeyi tercih etmesi, zaten karışık olan zihni için pek de iyi gelmemişti. Artık gerçeklikten uzaklaştığını hissediyordu, şu an düşündüğü kavramların bile anlamsızlaştığını hissediyordu. Çevresine baktı, dar ve loş bir sokaktı burası, ilerideki çöp yığınını eşeleyen birkaç kediden başka ne bir canlı ne de onların sinir bozucu seslerinden başka bir ses vardı. Soğuktan kanı çekilmiş elini deri ceketinin cebinden çıkartıp, gözlerinden süzülen yaşları silmeye başladı. O kadar soğuktu ki elleri, uyuşmuş yanaklarından tuzlu yaşları silerken elinin yanağına değdiğini hissetmiyordu bile... Gözyaşlarını ne kadar silmeye çalışsa da, çenesinden süzülen birkaç damlanın kaldırımın donmuş taşlarına çarpmasına engel olamıyordu. Gözyaşlarını silmeyi bıraktı, ıslanan elini ceketinin eteğine sildikten sonra elini tekrar cebine soktu. Cebindeki soğuk metali kavradı ve yavaşça dışarı çıkardı. Artık göz yaşlarına hakim olmaya çalışmak gibi bir gayesi yoktu, gözlerini sıkıca kapatarak damlaların daha hızlı akmasına yardımcı oldu. Gözlerini açıp elinde duran silaha baktıktan sonra soğuk namlusunu şakağına dayayarak horozcuğu haififçe geriye doğru çekti. İşaret parmağını tetiğe doğru götürdü, çekti. O an yapamayacağını hissetti, bir süre dişlerini sıkarak içindeki korkuyu yenmeye çalıştı. Korkuyordu, hem de hiç korkmadığı kadar... Korkuyordu, ancak aklının diğer yarısı bunu inkar edermişçesine silahı tutan elinin parmağını tetikten çekmeye çalışıyordu.
"Peki, ne kazanacaksın?"
Genç adam, derinden gelen bu hoş sesi duyunca bir an duraksadı. Horozcuğu yavaşça yerine ittirerek: "Sen... sen kimsin?" diye sordu, arkasında olduğunu tahmin ettiği kibar sesli bayana. Kadın, hiç cevap vermeden adamın yanına yürüdü. Genç adamın silah tutan elini kavrayarak silahı aşağı indirdi.
"Bana bak..."
Genç adam, kadının bu davranışı karşısında hiç bir şey yapamayacak kadar afallamıştı. Başını yanındaki kadına doğru çevirdi. Gözlerinin içine baktı, ömründe görmediği kadar güzel, yeşil gözlerdi bunlar. Bir an için aklını tamamen yitirdiğini düşündü, bakışlarını tekrar elindeki silaha çevirdi.
"Bana bak dedim!"
Güzel kadın eliyle adamın çenesini tutarak sert bir hareketle başını kendine çevirdi: "Artık ölümü düşünme, ölüme ihtiyacın yok. Aklına getirme gecenin ne kadar engin olduğunu... Gecedir en büyük dostun, aldatan seni..."
Genç adam, beyninin içine zerkedilen bu sözler karşısında donakaldı. Öyle etkilenmişti ki bu konuşmadan, elinden silahının aldığını kadın onu yere fırlatmadan önce farkedememişti. Ne yaptığını sormak için ağzını açmaya çalıştı, fakat kadın işaret parmağını genç adamın dudaklarına götürerek ağzından kelimeler dökülmesini engelledi: "Konuşmanın ruhuna ne kadar büyük zarar verebileceğini anlayana kadar hiç konuşmamak senin için en büyük erdem olmalı delikanlı..."
Genç adam şok üstüne şok yaşadığı yetmiyormuş gibi, bir de kafasını bulandıran bu cümlelerin anlamını çözmeye uğraşıyordu. Gözlerinin içine bakarak sordu: "Ne demek tüm bu olanlar? Kimsin se..."
Bu sözleri duyan kadının yeşil gözleri bir anda nefretle doldu, rahatsız edici bir tıslama sesi çıkararak genç adamın suratına sağlam bir yumruk indirdi. Attığı yumruk o kadar sertti ki, bunun etkisiyle sendeleyen adamın kaşı açılmıştı. Şaşkın ve sinirli gözlerle kadına baktı önce, sonra kaşından süzülen kanı hissetti. İç cebinden mendilini çıkartarak kanı silmeye başladı. Kanı silerken, bir yandan da kadının bir sonraki hareketinin de bir delilikle sonuçlanmasını istemediği için sürekli bakışlarıyla onu süzüyordu. Güzel kadın, sakin bir tavırla genç adamın yanına çömelerek yarasına baktı: "Durumu çok iyi görünmüyor, ama seni iyileştirebilirim..."
Adam mendili yarasından çekerek garipsercesine kadının suratına baktı: "Nasıl..."
"Şşş... Bu sorudan bıktım artık, neyin neden olabileceğini kafana takmak yerine kendini yaranın acısına bırak, onu hisset..."
Güzel kadın dudaklarını adamın kaşındaki yaraya doğru götürdü. Genç adamın yapabileceği hiç bir şey yoktu, ne yaptığını anlayamamış olsa da, kadına güvenmekten başka çaresi de yoktu. Kadın önce adamın şakağından süzülen kanı yaladı, ardınan yarayı büyük bir iştahla emmeye başladı. Genç adam olyın hiç de mantıklı olmayan biçimde ilerlediğini farkettiyse de buna müdahele edemeyecek kadar garip hissediyordu kendini. Birden, daha önce hiç duymadığı kadar büyük bir acı ile çığlık atmaya başladı. Gözlerini istemsiz bir şekilde dolunaya doğru dikti; bulutların arasından ona fısıldayan dolunaya: "Korkma, artık her şey bitti..."