Darren Magoon Muggle
Mesaj Sayısı : 2 Kayıt tarihi : 31/01/09
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları ~ C.tesi Ocak 31, 2009 6:01 pm | |
| Darren Margoon ~ 28 ~ Sihirsel Oyunlar ve Sporlar Dairesi Başkanı ~
Örnek Rp- Spoiler:
Bazen inanmamak ister insan. Her şeye baştan başlamayı diler ve bunun için uğraş verir. Aslında sadece taşıyabileceği kadar yükler almıştır. Dayanabilme kabiliyetine sahipse başka ne beklenebilir ki? Ama herkes taşıyamaz o büyük yükleri, gözlerinden kolayca akıtamaz bir ırmak gibi. Sessiz ve huzur içinde atlatmak ister. Başarısız olur. Belki de, atlatılabilir bir yanı olmadığındandır. İçinde ki huzurun körüklenmesini sağlayarak dengeye koymak ister. Yapamaz. Her defasında denedikleri, başarısızlıkla sonuçlanır ve artık yapacak bir şeyinin kalmadığı düşüncesi ele geçirir beynini. En azından deneyebilecekleri tükenmiştir. Pes mi etmelidir? Neden kaçmak, içindekini bitirmek yerine savaşmayı tercih etmez? Edemez mi? Hayır. Sadece, ne yapacağını bilmediğinden korkuyordur. Hüzün gölgeleri, korku dolu bakışlarından süzülüp çevresini sarar. Büyük karanlık, bazen gözyaşlarına bazen sevinçlerine eşlik eder. Attığı kahkahalardaki yapmacıklık kendini belli ederken, saklanmayı tercih eder. Kaybedilenlerin ardından açılan savaşta, geri alınamayacaklarını bile bile üzerine gitmektir, korkularının asıl sebebi. Dışarıdaki renklere kapatarak gerçekliğini, başka bir renge bürünmelidir. Saklanmak ve denemek için. Kalbinin sert ve ani isyanlarına karşı direterek, ayakta kalması gerekir, yorulmadan. İçindeki yüküyle savaşabilmek için. Bu durumu kabullenmeyip, aradığı çıkış yollarında gerçekliği yakalayabilmek, olabilme ihtimali büyük durumlara karşı, kendini hazırlayabilmek için. Bükülen dudaklarının üzerine süzülüp, saklanan bir ıslaklık kadar hızlı olmalıdır. Zamanı durdurmayı, her şeyi geri almayı denemek yerine, artık ortaya çıkmalı, gerçek dünyada savaşmayı denemelidir. Çünkü artık hazırdır.
Fazlasıyla alışacaktı beyazlığa, alışmalıydı. Ten renginin büründüğü renk, kendini ondan almıştı. Avı olacağını bildiği bir ceylan gibi süzülürken karların arasında, her şeyin farkındaydı. Fakat istemezdi. Bazı şeyleri değiştirmek için çabalamayı bu duruma yeğlerdi. Neden? Bilmiyordu. Acısı onu olgunlaştırırken, yaşadıklarının farkına varmasını da sağlamıştı. Üzerinden geçtiği karlarda kendini belli eden ayak izleri kadar kalbine kazınmış, onlar kadar fark ettirmişti kendini. Hissetmişti. Hem de en büyüğünü. Olabilecek, yaşanabilecek en büyük acının, hem ruhsal hem de bedensel olanını hissetmişti. İsterdi aslında. Belki de hala istiyordu umarsızca, ama farkında olamıyordu. Koşullar ne olursa olsun ona ölümsüz olduğunu anımsatmıştı, yaşadıkları. Elbette, bazı bedeller karşılığında. Kana muhtaç olması gibi. Kullandığı iksirler bunu geciktirirken, dış görünüşünden bir şey kaybetmeyecekti. Sahip olduklarının üzerine eklenecek, dönüştüğü yaratık kadar beyaz ve güzel görünecekti. Hem de her zamankinden fazla.
Yağan kar taneleri konduğu teninin üzerinde belli olmuyorlardı. Celia’nın onlar kadar beyaz ve soğuk cildi, erimelerine de engel oluyordu. Bu soğuk içine işlemezken, dışarıdakiler tarafından fark ediliyordu. Ürperdi. Artık, yanına gittiği kim olursa olsun tenine dokunamazdı. Anlarlardı. O zaman ne olurdu? Her şey açığa çıkar ve belki de Hogwarts’tan gitmesi bile gerekebilirdi. Hatta kesinlikle gerekirdi. Alt üst olan yaşamında, bu olay kendini göstermişse, alışacaktı. Kabullenmeliydi. O artık bir vampirdi. Onlar kadar güzel, güçlü ve soğuk. Damla damla eriyen güneş, bulutların arasında yok olmuştu. Gökyüzü, onu sonsuzluğuna saklamış, kendini göstermesini yasaklamıştı. Yeryüzüne attığı kar tanecikleri, farklı ve soyutlanmıştı bugün. Kız için. Arazinin sahip olduğu yeşilliklerin üzerine serilmiş bembeyaz bir örtüydü. *Ne harika.*
Ulaştığı saat kulesinin kapısını ittirdi, buzlaşmış elleriyle. Yaşlı kapı sağa doğru kayarken, bedeni Celia’yı içeriye çekti. Tamamlanmamış yalnızlığını yaşayacağı bu yer, ona yardımcı olmalıydı. Kapanan kapının çıkarttığı gıcırtı sesi sona ererken, taş ve soğuk olduğunu bildiği duvarların arasında ilerledi. Her ne kadar hissetmese de. Büyük kule de yankılanan tik tak sesleri kulaklarına bir vızıltı gibi girerken, Celia bunların içinde başka bir ses olduğunu da duyumsadı. Ve işitti; başka bir nefes. Yalnız değildi. Büyüyen gözleri, arkasına bakmak için can atsa da beklemeyi tercih etti. Ne de olsa zarar göremezdi. "Aradığın ben isem, doğru yerdesin." Afallamasını sağlayan bu ses, hiç de beklediği türden değildi. Onun olduğu yöne dönerken ivme kazanan bedeni, bu kez fazla hızlıydı. “Achille.” Burada ne işi vardı? *Hazır değilim.* Başka çare bulamadı. Açıklamalıydı. Hem kardeşi hep bir sonsuzluk arayışında değil miydi? Ondan korkacaktı. *Aramız zaten kötü.* Çocuğun gözlerine odakladığı gözleriyle, bir iki adım geriledi. Korku ve şaşkınlıkla kasılmış yüzünü ona odakladı. “Evet, aslında söylemem gereken bir şey var.” Kardeşinin kanını duyumsuyordu. Aç olmadığı için kendine şükretti. Daha doğrusu bunu sağlayan o kadına. Eğer o iksirler olmasaydı, nasıl dayanabilirdi? Simasından yeterince okunan donuk bakışlar, onu kardeşinden uzaklaştıracaktı. “Ben artık onlardan biriyim.” Durdu. Anlayacağını umuyordu. Çocuğun ona bakan gözlerinin şaşkınlıkla kısıldığını fark etti. “Yani... Isırıldım!” Bu kadar çabuk söylememeliydi belki de. Hüzünlü gözlerini ikizinin üzerinden alarak yere dikti. Ne diyecekti?
| |
|